Ayşe ve annesi 4 günlüğüne gittikleri ankaradan döndüler. annesinin yazmamı istediği birşey var. ankarada, teyzesi, annesi, annannesi ve efra ev temizliğine girişmişler. bizimki ise uzun süslü eteğini ve yeni ayakkabılarını giyip bacak bacak üstüne atıp evin hanımefendisine gibi koltuğa kurulmuş. bu arada; kendine uzun süslü etek diktirdi annesinin terzisinde... giyip giyip geziyor. birkaç kere eziyetini de yaşadı ama gene de giyiyor. süslü kokoş... geçenlerde kendi için topuklu ayakkabı da istemişti. olmaz dedik. tam şu anda "sütlü, köpüklü" istedi. kahve yani... bir süredir çikolata zannıyla kahve içmeyi alışkanlık edindi.
asıl yazmam gereken ise, resim konusunda kendini (ve galiba beni de) aşmaya başlaması... artık mükemmel kompozisyonlar oluşturuyor. rüzgarda saçları savrulan çocuk falan gibi şeyler çizmeye başladı. bir de çizdiği resimleri makasla kesip yapıştırıp 3 boyutlu resimler oluşturması var ki, görülmeye değer... sanatçı paketi işbaşında... son yaptığını anlatayım. kağıda çizilmiş bir kayık resmini kesti. pipetten direk yapıştırdı. direğin tepesine kağıttan bayrak.. üstü kırmızı ayyıldızlı... kayığın içine başka bir kağıttan çizilip kesilmiş bi' kadın... kayığın altına da başka bir kağıda çizilmiş mavi bir deniz, içinde küçük bir kayalık bile var. bunların hepsini birbirine yapıştırdı. ortaya mükemmel bi eser çıktı.
TV de matrix'i seyrederken, açılıştaki meşhur akan yazılara, yaptığı yorum beni benden aldı. "doroemon yazıları" o ana kadar farketmemiştim. hakkaten de akan yazılar japon harfleri ve doreomon adındaki japon çizgifilminden o harfleri tanımış. zaten bana sorup duruyordu jenerik şarkısını bu hangi dil diye... yabancı dilin aşina olmadığı dillerden biri olduğunu anlamış. malum, yabancı dillere epey aşina... ingilizce zaten kaçınılmaz şekilde maruz kaldığımız bir dil, ayrıca, masha dolayısıyla rusça, pocoyo nedeniyle ispanyolcaya falan epey kulağı yatkın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder